Dündar: Türkiye 'yüksek ateş' içerisinde
Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar, bugün baskı, yasak ve şiddet sarmalı içerisindeki Türkiye'yi 'yüksek ateş' içerisindeki bir hastaya benzetti. Mezarlıklara yönelik saldırılardan Hacı Birlik'in cenazesinin yerlerde sürüklenmesine ve Kı
Medyaya yönelik baskının bir yüzü olarak Genel Yayın Yönetmeni olarak başına geçtiği Cumhuriyet Gazetesi'nde, "MİT TIR'larının silah taşıdığı" yönündeki haberi gazetenin manşetine taşıdığı için Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "Bu haberi yapan kişi bunun bedelini ağır ödeyecek öyle bırakmam onu" tehdidinin hedefi olan Can Dündar'ın, bu tehdide karşı verdiği "Devlet memuru değil, gazeteciyiz" yanıtı hala hafızalarda. Siyasi iktidarın tavrı ve uygulamalarıyla günden güne karanlığa sürüklenen ve mezarlıklara dahi saldırıda bulunulan bir ülke haline gelen Türkiye'nin içinde bulunduğu buhranı değerlendiren Dündar, bu noktaya nasıl gelindiği gibi, nasıl çıkılacağını değerlendirdi.
Dündar, medyayı hizaya getirme tehditlerinden mezarlıklara yönelik saldırılara, Hacı Birlik'in cesedinin yerlerde sürüklenmesinden HDP'ye ve Kürtlere yönelik saldırı ve linçlere kadar birçok başlıkta DİHA'nın sorularını yanıtladı.
Birçok gazeteci AKP döneminin, medyanın en ağır baskı altına alındığı yıllar arasında olduğunu ifade ediyor. Sizce de öyle mi?
Medyaya yönelik baskıları sadece AKP'ye bağlamak yanlış olur. Türkiye medyası kuruluşundan itibaren iktidarın baskısı altındaydı. Bunun en büyük sorumlusu da yine gazetecilerdir. Gazeteciler, mesleklerine sahip çıkmadılar, küçük çıkarlar için mesleğin gereklerini yerine getirmediler. Baskı gören gazeteciler ile dayanışmadılar. AKP dönemine gelindiğinde ise tamamen esir alınmışlardır. Şimdi bu esaretten kurtulma zamanı. Bu anlamda, gazetecilerin bir öz eleştirisi vermesi gerekiyor.
Peki, sizce bu dönemi "en baskıcı" olarak karşımıza çıkaran sebepler neler?
Elbette ki AKP döneminde baskının uzun süreli ve daha kapsayıcı olması. Bu dönemde, gelişkin işkence modellerine geçildi. Yeni sansür yöntemleri keşfedildi. Önce patronlar denetime alındı, telefonlarla gazeteciler işlerinden kovduruldu, telefonlarla yandaşlara haber verildi, havuz medyası oluşturuldu, yayın yasakları koyuldu. İşte hakaret davaları ile bunaltmak, öz denetime zorlamak yani bütün bunlar aslında günümüzde keşfettikleri yeni yöntemler. Bu da baskının ve sansürün boyutlarını değiştiriyor.
'BİR ARADA DURMAZSAK TEK TEK KOLAYLIKLA AVLANACAĞIZ'
Sizce gazeteciler üzerlerindeki baskıya karşı yeteri oranda dayanışma gösteriyor mu?
Geçmiş dönemlere oranla dayanışma artmış durumda. Ben de katıldığım toplantılarda dayanışma adına çağrılar yapıyorum. O çağrıların bir kısmını siz gördünüz, bir kısmını görmediniz. Ben yüksek sesle olmayan belki perde gerisinde, kendi aramızdaki diyaloglarda da bunların altyapısını oluşturmak için epey çaba sarf ettim, çünkü buna samimiyet ile inanıyorum. Bir arada durmazsak tek tek kolay avlanacağız, bu belli. Bir arada durursak bir gücümüz var, bu da belli. Marjinal görüntü vermeden tersine bütün kalabalığı ile medyanın toplu bir duruş sergilemesi halinde iktidara ciddi anlamda geri adım attıracağımızı düşünüyorum.
Ne gibi ortaklaşmalar yapmak lazım?
Ortaklaşma için elbette ortak manşetler, ortak tavırlar, ortak köşe yazıları belki boş sayfalar yapılabilir. Yani bütün bunların en azından yarın çocuklarımızın yüzüne bakmak için böyle kara bir dönemde 'biz bir arada durduk ve geri püskürttük' diyebilmek için yapmamız gerektiğine inanıyorum. Çağrılarım oldu, görüşmelerim oldu, temaslar yaptık tam istediğim şey değil, ama nihayet herkes canı yandıkça katılmaya başladı.
'HACI BİRLİK'İN YERLERDE SÜRÜKLENMESİ TÜRKİYE'NİN YÜZ KARASI'
Sizin gelmenizle birlikte Cumhuriyet Gazetesi'nin haber dilinin değiştiğini, manşetlerinin farklılaştığını görüyoruz…
Herkesin kendine tarzı var, ister istemez yani bir eve taşındığınızda da bir odaya taşındığınızda da kendi sevdiğiniz çiçekleri, kitapları getirirsiniz, kendi tarzınızı oluşturursunuz. Gazete onun gibi bir şey, herkesin her yiğidin bir yoğurt yiyişi var. Ben o gün, Hacı Birlik'in bir Kirpi arkasında cesedinin sürüklendiği gördüğüm an benim için sayfa gözümün önünde ve hemen 'Bizim bunu manşetten vermemiz lazım' dedim. Bu fotoğrafı olabildiğince büyük vermemiz lazım. Bu Türkiye'nin bir yüz karası ve bunu gizlemek isteyenlere inat, bizim bunu öne çıkarmamız lazım. Ben Cumhuriyet'in her dönem misyonunun bu olduğunu düşünüyorum. Yani toplumun susturulduğu, kıstırıldığı dönemde, baskı altına alındığı dönemde Cumhuriyet bir çıkış noktası, açılan bir pencere olması gerektiğine inanıyorum. Gücünün buradan geldiğini, bizim öğrencilik dönemimizin gazetesinin, iftiharla logosunu göstermeye çalıştığımız gazetenin o olduğunu düşünüyorum ve bunu yeniden ihya etmek gerektiğini düşünüyorum.
'GAZETECİ OLARAK REALİTEYİ VERMEK ZORUNDAYIM'
Cumhuriyet Gazetesi'nin ulusalcı ve kemikleşmiş bir okur kitlesi olduğunu düşünürsek, bu manşet sonrası gazeteye yönelik tepkiler oldu mu?
Okur diye tek bir profil çizmemek lazım. Elbette değişik okur kitleleri var. Cumhuriyet'in bir geleneksel okur kitlesi elbette var. Ama mesela Kürt denmiyordu bir dönem ama Türkiye'de de denmiyordu. Şimdi Türkiye'de deniyor ve Cumhuriyet okurunun önemli bölümü de bunu yadırgamıyor yadırgamamalı zaten. Bir kısım belki rahatsız oluyordur yapılan yayından yani devletine sadakatle bağlı bir okur kitlesi var. Bu okur kitlesi, belki devletin bir polis aracının arkasına birini bağlayıp sürüklediğine inanmak istemiyorlardır, belki bunu görmek istemiyorlardır. Belki görseler bile otomatikman, psikolojikmen reddediyorlardır ama böyle bir realite var ve Cumhuriyet bunu vermek zorunda. Eğer buna rağmen gazeteden hoşnut olmayanlar varsa, elbette bu onların kararıdır. Ama gazete bunu yapmak zorunda. Ben gazeteci olarak bunu yapmak zorundayım. Buna karşı, bunu yaptığımız için gazeteyi almaya başlayanlar var, bunu gözlüyorum. Bu da çok sevindirici bizim için. Yani bu dönemde Cumhuriyet'in kollarını mümkün olan en geniş şekilde açması gerektiğini düşünüyorum.
'CUMHURİYET ESKİ ÇİZGİSİNDEN DAHA MUHALİF OLMAK ZORUNDA'
Cumhuriyet okurunu ikna edebiliyor musunuz?
Cumhuriyet'in ben bir tek okurunu bile feda etmek istemem doğrusu. 'Bir tek okur ben bu gazeteyi okumaktan vazgeçerim' derse ben bunun peşine düşmeye kararlı olarak başladım. Ben onlarla aynı idealleri paylaştığımıza inanıyorum. Berkin olayında da, sürüklenen insanlık manşetinde de, Kürt meselesinde de, barış konusunda da aynı şeylere inanıyoruz. O yüzden belki yanlış algılar, belki kaygılar haklı olarak işte ülkenin gidişatı. Herkes çok savruldu acaba 'Cumhuriyet de elimizden gider mi?' diye bir okur kitlesi de var bunu da anlıyorum. Ama şunu göstermek zorundayız hayır! Cumhuriyet eski çizgisinde daha muhalif, daha etkili ve belki de toplumun bütün kesimlerinin buluşması için bir mecra olabilir ve bunun altyapısını oluşturabiliriz. Ben birçok insanın buna ikna olduğunu düşünüyorum.
'MERKEZ MEDYA SİSTEMİ REVİZE ETMEK İÇİN KULLANILIYOR'
Ana akım medyanın toplumun sorunlarını görme ve ifade etme anlamında üzerine düşeni yaptığını düşünüyor musunuz?
Adı üzerinde ana akım dediğiniz zaman onu bir yere konumlandırıyorsunuz. Konumlandırdığınız yer, siyaset bilimi açısından iktidarın safıdır. Yani dördüncü kuvvet demelerinin nedenini biliyorsunuz yasama, yürütme ve yargı sistemi ayakta tutan güçler olarak bahsediyoruz bunlardan. Medya, sistemi ayakta tutan güçlerden biri, onun için belki bu sorunun siyaseten yanlış olduğunu söylemem lazım. Ana akım dediğiniz zaman merkezi ayakta tutan bir şeyden söz ediyorsunuz. Batıda biraz aynı amaçla yine merkezi ayakta tutmak adına sistemi revize etmek için kullanılıyor, yani sistemin hatalarını düzeltmek için kullanılıyor. Ama bizde sistem baştan sona hatalı olduğu için medyaya düşen bunu örtbas etmek oluyor otomatikman. O yüzden de fazla iyimser bir beklenti yani medyanın gelip bizi kurtaracağını zannetmek. Benim öyle bir beklentim yok. Sadece gerçekten sistemin yaralarını sergileyip onlara deva aramak bile, bence ana akım için önemli bir adım olurdu. Onu yapamadılar geçtiğimiz süreçte ama yapılmayacak demek değil, bu dönemin birçok derslerle dolu olduğunu düşünüyorum.
'MEZARLIKLARA SALDIRMAK HASTALIK BELİRTİSİ'
Cizre'de cesetler buzdolaplarında bekletildi, mezarlıklara saldırılar, sokağa çıkma yasakları var, her gün yeni katliam haberleri geliyor. Bu katliamlara yönelik tepkiniz nedir?
Türkiye bir yüksek ateş döneminde. Bu dönem yaptıkları ileriki dönemde çok acı ile hatırlayacak ama hakikaten halüsinasyonlar görüyor, kâbuslar görüyor, ayağa kalkıp yürüyor, sendeleyip düşüyor, saldırganlaşıyor, hiç yapmayacağı şeyler yapıyor. Biraz önce mezarlık görüntülerini izledim, ondan önce Kırşehir'de bir kitap evinin yağmalanması…Bunlar gerçekten çok vahim görüntüler. Ben bir hastalık döneminin refleksleri olduğunu düşünüyorum. Şöyle bir iyimserliğim var. Türkiye bu hastalıklı halinden kurtulduğu zaman, yani o yüksek ateş dindiği zaman bunlar kalmayacak.
Peki bu ne zaman olacak?
Şunu zannetmeyelim, 'bu ülke çığırından çıktı bir daha adam olmaz'. Öyle bir şey değil, yani gördük. Silahların sustuğu bir dönem oldu ve herkes köşesine çekildi. Toplum böyle çıldırmadı yani. Kışkırtılmadığı sürece özellikle devlet kışkırtmadığı sürece bu toplum böyle manyaklıklar yapmıyor. Yani devleti biz zapturapt altına alabilirsek, devleti sınırlayıp kendi sınırlarına hapsedebilirsek ve topluma yer açabilirsek, ben bütün bunlardan eser kalmayacağını düşünüyorum. Yani toplum konusunda iyimserim yeter ki devlet işe karışmasın.
'EĞER ŞİDDET SARMALI İKTİDARIN İŞİNE YARIYORSA TUZAĞA DÜŞMEMEK LAZIM'
Devlet işe karışıyor ve toplumsal refleksler sertleşiyor mu?
Devlet, toplumu kışkırtmaya çalışıyor. Bugün Davutoğlu çok net söyledi. 'Bombalama bize yaradı' diye. Eğer inanç buysa, iktidar da elbette 'daha fazla gerilim daha fazla oy demektir' diye düşünecek. Tuzağa düşmemek lazım. Eğer gerçekten bu şiddet sarmalı iktidara yarıyorsa bundan uzak kalmalıyız, sağduyulu olmalı ve dikkatli davranmalıyız. Ben bunların ciddi ciddi iktidarın çırpınışları olduğunu düşünüyorum ve son çırpınışları olduğunu düşünüyorum. Bir hukuk adamının bir görüş sarf etti diye tutuklanma istemiyle gözaltına alınması elbette kabul edilemez ama iktidarın geldiği noktayı göstermek açısından çok belirleyici.
'SEÇİM ATMOSFERİ YOK AĞIT ATMOSFERİ VAR'
Seçim sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Galiba bizim en heyecansız izlediğimiz seçim bu. Tıpkı Türkiye gibi biz de o heyecanı çok hissetmiyoruz. Daha doğrusu ilgimiz bambaşka şeylerde; bombacı da, IŞİD'de, Suriye'de. Gündemimizde çok seçim yok. İtiraf edeyim toplantılarda dahi bakıyorum seçimden daha fazla şeyler konuşuyoruz. Ama elbette yazarlarımız Anadolu'yu gezdi, seçim nabzına başlıyoruz bu hafta, anketörler ile bir çalışma yaptık, nabzı ölçmeye çalışıyoruz, seçmeni dinlemeye çalışıyoruz. Ama her yerden gelen yazarlarımızın gözlemi aynı. Yani seçim atmosferi yok, bir ağıt atmosferi var diye.
Davutoğlu'nun "patlama sonrası oylarımız arttı" açıklaması gerçekçi mi sizce?
Siyaset bilimi okudum. Orada söylenen şudur. Böyle kaotik dönemlerde şiddetin yükseldiği dönemlerde, örgütsüz ve bilinçsiz kitleler kendilerini koruyacak bir üst otorite arayışına girerler ve genellikle diktatörlerin çıkışı da böyle olur. Eğer bu olursa Davutoğlu'nun dediği de doğrudur. Eğer toplum nereye gidiyoruz kaygısı ile sırtını diktatöre yaslarsa, bizim oturup bunu düşünmemiz lazım. Araştırma şirketlerinin patlamanın oya etkisiyle ilgili oranı gösteren bir araştırma görmedik. Ama araştırma şirketlerinin söylediği ipuçları bize durumun Davutoğlu'nun söylediği gibi olmadığını söylüyor.
'HDP MEDYA BASKISINI ÇOKTAN AŞTI'
Medyanın HDP'lileri ekranlara çıkarmama halini nasıl değerlendiriyorsunuz?
HDP açısından, kendini kanıtlama açısından bir imkan olarak görüyorum. Elbette antidemokratik haksız eşitsiz bir uygulama. Ancak, Türkiye o noktayı geçti, sadece ekranlardan haber alınmıyor. Biz aksine, iktidarın baskısının aksine kendi yöntemlerimizi bulduk. Kendi kanallarımızı kurduk, kendi iç haberleşme mekanizmalarımızı bulduk. Sosyal medyayı bulduk mesela. Bu baskı bize çok şey öğretti, bu baskı dönemini çoktan aştık. Merkez medya özellikle AKP'den kurtulmak için HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın da karizmatik kişiliğinin etkisi ile onu ekranlara çıkardı. Kürt Hareketi mücadele ede ede kendisini kabul ettirdi. Bu merkez medyanın bahşetmesi değil. Artık Kürtleri yok sayamayacağını anladı. Dolayısıyla kazanılmış haklar var değerler var halen daha hak ettiği kadar değil ama. Medya artık Kürtlere karşı 3 maymunu oynayamaz.
'TOPLUMUN KÜRT MEDYASINA İHTİYACI VAR'
Peki biraz da Kürt medyasını değerlendirseniz…
Kürt medyasının biraz daha kucaklayıcı olmasını isterdik. Sadece Kürtlerin sorunlarını anlatan medya olmaktan çıkmalı. Türk medyasının yaptığı benzer hataya Kürtler düşmemeli. Türk medyası, Kürtlere gözlerini kapama hatasını yapmıştı. Kürt medyası çok ciddi kanallar sunuyor. Toplumun Kürt medyasına ihtiyacı var. (İstanbul/DİHA)
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.