Botanik araştırmalar için 2014 yılında tırmandığı Cilo-Sat Dağlarında keşfettiği iki yeni gölün teknik özelliklerini kayıt altına aldığını belirten ünlü botanikçi Mehmet Fırat, göllerden birine ‘Mem' diğerine ise ‘Zin' ismini verdiğini söyledi. Fırat, biyoloji bölümünde botanik ilmi üzerinde araştırmalar yaptığını hatırlatarak, “Bu araştırmalarımın bir kısmını da Hakkari bölgesi Cilo-Sat Dağları bölgesinde yaptım. 2014 yılında burada botanik araştırmalar yaparken, geçmişte 30 yıl önce buralarda yaşayan ve geçimini yaylacılıkla sağlayan 60 yaşlarında bir amca, iki yeni göl oluştuğundan söz etmişti. Ben de bunların Hakkâri bölgesi Cilo-Sat Dağlarındaki buzulların erimesi sonucu oluşabileceğini düşündüm. 60 yaşlarındaki ihtiyarlar, 30 yaşlarına kadar böyle bir şey olmadığını anlatınca, bunları araştırma kararı aldım” dedi.
“Türkiye'de en büyük buzullar Cilo-Sat Dağlarında yer alıyor”
Bunun üzerine uydu görüntülerini incelediğini anlatan Fırat, 2003 ve 2011 yılındaki görüntülerde göllerin görülmediğini saptadıklarını belirterek, şöyle devam etti:“Oraların tamamen buzullarla kaplı olduğu görülüyor. Ama 2014-2015 uydu görüntülerinde oraların suyla kaplandığını gördük. Anladım ki bunlar buzulların erimesi sonucu oluşan göllerdir. Türkiye'de yer alan buzulların en önemlileri Cilo-Sat Dağ kitlesindedir. Bunların eridiğini fark ettim. Bunun dışında Ülke sınırları içinde Ağrı Dağı, Erciyes Dağı, Munzur Dağları, Kaçkarlar Dağları ve Süphan Dağı da buzullar bulunuyor. Ama en önemlileri ve en büyükleri Cilo-Sat kütlesinde yer alan buzullardır.”
“Daha önce çizilen haritalardan da görülmüyorlar”
Aynı bölgede buzulların erimesi sonucu sirk olarak adlandırılan 25 tane göl bulunduğunu anlatan Fırat, “Bu göllerin tamamını daha önce gezip görüp resimledim. Yaptığım araştırmada bu iki gölün daha önce çizilen haritalardan da görülmediğini fark ettim. 1970'li yıllarda Maden Teknik Arama (MTA) tarafından yapılan araştırmalarda, o bölgede bulunan göllerin tamamının isimleri ve büyüklükleri tespit edilmiş. Bu göllerin bazıları bu iki yeni gölden daha küçüktür. Ben de bunları tanıtmak için resimlerini çektim. Alan ve derinlik ölçümlerini yaptım. Teknik özelliklerini yazmaya çalıştım. Bunlar doğal oluşmadıkları için isimlendirmeleri de yapılmamıştı, bunların isimlendirmelerini de yaptım” diye konuştu.
“Göllere Mem ve Zin ismini verdi”
“Bitkilerde olduğu gibi bu iki göle de isimlendirme yapmak istedim” diyen Fırat, bunlara bölgede bilinen ve Ahmed-i Hani tarafından kaleme alınan meşhur aşk destanı ‘Mem ve Zin' kahramanlarının isimlerini verdiklerini bildirerek, şunları kaydetti:
“Aklıma gelen ilk şey, isimlendirme yapmaktı. Onun için Kürtlere meşhur olan aşk destanı Mem ile Zin isimlerini verdim. Bu iki göl bulunduğu bölgenin aşağı derelerinde birleşiyor, sanki bu destanın yaşarken bir araya gelemeyen bu iki kahramanın buluşması gibi. İlk göl yaklaşık olarak 13 bin metrekarelik alan, 12.5 metre değinliğinde, 3 bin 200 metre yükseklikte ve 44 14'1715'' Doğu ve 37 19'44 65'' Kuzey koordinatlarında yer alıyor. Onun adına Mem Gölü ismini verdik. Rengi yeşil ve su yutan bir göldür. Yaklaşık olarak 300-400 metre yer altında süzülen suyu aşağıda tertemiz bir şekilde çıkmaktadır. Herhangi bir mikro organizma yaşamaktadır. Halen buzulları erimektedir. İkincisine ise Zin adını verdik. Destandaki kadın kahraman, bu daha büyük bir göldür. 21 bin metrekarelik bir alan, 16 metre derinliğinde, 44 15'1230'' Doğu ve 37 19'1533'' Kuzey koordinatlarında ve 3 bin 150 metre yüksekliktedir. Bunun da halen etrafında buzullar erimeye devam etmektedir. Üst kısımdan yer alan tahliye yolu ile aşağıya akar ve Mem Gölü ile aşağıda birleşir ve Avaşin bölgesine kadar gider, oradan da Zap'a akar.”
“Küresel ısınmadan dolayı bu buzullar eriyor”
Bu keşfin kendilerini üzdüğünü ifade eden Fırat, “Sebebine gelince, küresel ısınmadan dolayı bu buzullar eriyor. Kaldı ki ülkemizin en önemli buzul alanı burasıdır. Yeraltı su fakiri olan Doğu Anadolu ve Hakkari'de buzulların erimesi, yerüstü sularını azalmaktadır. İleride bunlar tükenirse birçok canlının sıkıntıya girebileceği, bazı türlerin yok olabileceği, ekolojik dengenin bozulabileceği ve insan türünün sıkıntılar yaşayabileceği ön görülüyor” şeklinde konuştu.